Paula Hawkins’in ilk romanı "Trendeki Kız", okura parçaları birleştirme fırsatı tanıyan, tansiyonu yüksek bir polisiye.
Trendeki Kız / Paula Hawkins / İthaki Yayınları
Hayatımızın
neredeyse üçte birini geçirdiğimiz toplu taşıma araçları... Göz göze geldiğimiz
ya da gelmekten kaçındığımız, dakikalar hatta saatler boyunca süren
yolculuklarda hayatlarına dair fikir yürütmeye çalıştığımız yolcular...
Birbirimizin konuşmalarına misafir olan kulaklarımız ve telefon ekranlarına
kayan gözlerimiz.... Kimi zaman karşımızda oturan yolcunun hangi kitabı
okuduğunu görebilmek için uzayan boyunlarımız... Bir de her gün önünden geçip
gittiğimiz ama kafamızı çevirip bakmaktan kendimizi alıkoyamadığımız ya da hep
baktığımız yerde duran evler... Orada akıp giden, nasıl sürdüğüne dair aklımızı
yoran birbirinden farklı hayatlar... Bazen pencere kenarındaki siluetler bazen
de açık bırakılmış perdelerin ardından görünen bir-iki obje... Düşünmekten
yorulmuyoruz. Akıl yürütmeye çalışmaktan ve merak etmekten de. Magazin ve
sosyal medya endüstrisinin dünya üzerinde hiç aksamadan yükselmesinin cevabı
belki de burada saklı. Fakat konumuz şimdi bu değil.
Konumuz,
Paula Hawkins’in ilk polisiye romanı; "Trendeki Kız". Romancılığa
soyunmadan evvel 15 yıl boyunca gazetecilik yapan Hawkins, mesleki
nimetlerinden faydalanarak can alıcı sorular soran, tansiyonu yüksek bir
polisiye ile çıkıyor okurunun karşısına.
"Trendeki
Kız", okurunu rahatlıkla içine çeken bir roman. Açıklaması basit:
Hayatının önemli bir kısmını otobüslerde, trenlerde ya da gemilerde bir yerlere
varmaya çalışarak geçiren herkesin aklından geçen soruları soruyor olması. Esas
kız -ya da ‘trendeki kız’- Rachel, hepimizin oynadığı bir oyunun peşinde. Bu
yüzden kolay özdeşim kuruluyor. Bu, yine de yazarın akıcı dilini yabana
atacağımız anlamına gelmiyor. Hawkins’in kalemi, bir polisiyeye yaraşır
akıcılıkta ilerliyor ve okurunu kendine bağlıyor.
Her gün
önünden geçtiğimiz evler
Yazarın
“Her gün önünden geçtiğiniz evlerde aslında neler oluyor?” gibi bir soruyla
açılışını yaptığı bu hikayede, Rachel için her sabah Londra’ya giderken ve
akşamları eve dönerken yaptığı tren yolculukları, eğlenceli bir oyun
barındırıyor: Yol üzerindeki evleri gözlemlemece. Bu, onun için o kadar rutin
bir iş ki artık, her gün önünden geçip gitmekte olduğu evlere dair hikayeler
uyduruyor, söz konusu evlerin sakinlerine kendince hayatlar kurguluyor.
Özellikle gözlemlediği bir ev var -Rachel’in onlara verdiği isimlere göre- Jess
ile Jason’ın evi. Bu ev Rachel için dikkat çekici çünkü, anılarıyla beraber
geride bıraktığı ve trenle önünden geçerken bir hikaye uydurmak yerine
gözlerini yummayı tercih ettiği eski evinin sadece birkaç bahçe yanında. Ve o
evde Rachel’ın hâlâ tutkuyla bağlı olduğu eski kocası Tom, yeni karısı ve
kızıyla yepyeni bir hayat sürüyor. Yani esasında bizim esas kız Rachel için
işler o kadar da ‘eğlenceli’ gitmiyor.
Serim
boyunca Rachel’ın tren yolculuklarında yaptığı gözlemlerle sınırlı kaldığımız
hikaye, Rachel’ın kendisini bir anda tren penceresinden gözetlediği o evde
yaşananların ortasında bulmasıyla düğüm noktasına ulaşıyor. Her şey, Rachel’ın
her gün merakla izlediği o evin sahibesi Jess’in -ya da Rachel’ın bilmediği
gerçek adıyla Megan’ın- ortadan kaybolmasıyla başlıyor. Megan esrarengiz bir
şekilde kayıplara karıştığında Rachel, trenle geçerken gördüğü bazı şeylerin
Megan’ın kayboluşunu aydınlatabileceğini düşünüyor. O sıralarda tüm hayatı
zaten rayından çıkmış olan Rachel, çok geçmeden yaşananların kilit noktası
haline geliyor. Rachel, zihni berraklaştıkça tüm düğümlerin çözümü olmakla
kalmıyor, kendi hayatındaki kör noktaları da tek tek keşfetmeye başlıyor.
Sinema
uyarlaması da yolda
Bu
sırada kitap, Megan’ın kayboluşundan itibaren, sadece Rachel’in anlatımlarıyla
sürmüyor. Megan ve hatta Tom’un karısı Anna’nın anlatımlarıyla olay akışı, çok
açılı bir hal alarak zenginleşiyor. Öte yandan aynı olayların farklı
karakterler tarafından farklı tarihlerde anlatılıyor olması, okura ne olacağını
önden söylese de nasıl olduğunu öğrenebilmesi için sabretmesi gerektiğini
fısıldıyor. Bu yöntem, polisiye severlere keyifli bir okuma deneyimi vaat
ediyor.
"Trendeki
Kız", hem kurgusuyla hem de üslubuyla benzerlerinden ayrılan taze bir
polisiye. Soluksuzca okunan, okuruna ‘parçaları birleştirme’ fırsatı tanıyan
sürprizli bir roman. Üstelik okuduğu aksiyonların beyazperdedeki yansımasını da
izleyerek kıyaslama yapmayı sevenler için iyi bir seçenek. Zira "Trendeki
Kız"ın film hakkı DreamWorks tarafından satın alınmış durumda. Bu da
raflara henüz çıkan kitabın, çok geçmeden beyazperde de arzı endam edeceği
anlamına geliyor. Meraklısına şimdiden müjde!
Milliyet Kitap / Mart 2015 http://www.milliyetsanat.com/kitap/kitap-tanitimlari/onunden-gecip-gittigimiz-hayatlar/546