Aslı
Perker, son kitabı Bana Yardım Et’i,
edebiyat yolculuğunu ve annelik sıfatının yazarlık hayatına getirdiği
yenilikleri anlattı.
Bana Yardım Et / Aslı E. Perker / Everest Yayınları
NewYork’ta verdiği 10 yıllık molanın ardından yayımladığı
kitabı Sufle ile bugün 22 dilde okur
kazanan Aslı Perker’in son kitabı, Bana
Yardım Et, Everest Yayınları’ndan çıktı. Hayatın içinde çok yerleşik olan
iki olguyu, örneğine rastlanmayacak bir kurgunun içine yerleştiren Perker, bir
yana koşulları zorlayan bir aşk, diğer yana ise ölümünü kovalayan bir kadının
hikayesini koyuyor. Bu iki büyük hikayeyi tek bir omurga üzerinde başarıyla
taşıyan kitabı daha da ilginç kılan ise sadece üç anahtar kelimeden doğmuş
olması. Aslı Perker ile Bana Yardım Et’i
yazdığı sığınaklarından birinde buluştuk ve kitabının o üç kelimeden doğuş
öyküsünü konuştuk.
*Normalde
bir kitabın adını okuyunca, o kitapta seni az çok nasıl bir şeyin beklediğini
tahmin edersin ya, Bana Yardım Et’te
tam tersine, kitabı bitirip son bir kez daha adını okuyunca, “Bu yüzden adı
buymuş” diyorsun. Bu kurgu nasıl oluştu?
“İsim koyma aynen öyle gerçekleşti. Yani, hikayeyi oluşturduktan
sonra ismini koydum ve aslında hemen hemen aynı hisle koydum. Benim, bundan
önce üç kitabım var. Üçü de benim çok yazmak istediğim mevzulardı. Bu kitap ise
şöyle hayata geçti: bir edebiyat dostu arkadaşım bana dedi ki “üç anahtar
kelime, bunun üzerinden bir hikaye yaz.”
Ve ben ne olacağını bilmeden, bu benim dördüncü romanım olsun diyerek
değil, bir zihin egzersizi gibi başladım. Sonra hikaye çok hoşuma gitti ve hikayeyi
sahiplendim. Ben bunu uzun bir kitap yapacağım, dedim. Öyle çıktı. Yani, bana
üç anahtar kelime verilmişti: Avusturya, engelli biri –o beni mesela çok
şaşırtmıştı, nasıl olacak diye- ve bir Türk bir yabancı karakter. Belki de
bunun üzerinden beni eleştirenler olabilir, “böyle de hikaye mi yazılırmış”
gibi ya da bundan sonra bakınca engelli kişinin girişi daha iyi bir anlam
kazanabilir okuyucunun gözünde. O yüzden biraz aslında yaraya açık bir durum
gibi cevap veriyorum. Çok emin olmayarak ama dürüstçe, mesele bu.”
*Bana Yardım Et’te ana karakter senin
adaşın ve üzerinde çalışmakta olduğu kitabın adı da “Bana Yardım Et”. Bu, kendi
kendini anlatan bir kitap mı oldu?
“Aslında benim kafam karıştı kitabı yazarken. Çünkü
ben gerçekten biraz sürreal bir dünyanın içine düştüm ve o sürrealliği kendi
kendime yaşadım. Yani bir ara kafam gerçekten “Ben bu kitabı yazıyorum, kim ne
yapıyor, gerçekten öyle mi, değil mi” diye karıştı. Dolayısıyla, dediğin hem
doğru olabilir ama sonuç itibariyle benim en başından sonuna kadar kurgulamış
olduğum bir kitap olduğu için aslında her giriş çıkış, her detay ince ince
düşünülmüş, üzerinde çalışılmış şeyler olarak yer alıyor.”
*Ben
bir röportajında senin aslında isimlerin kaderine inandığını, bu yüzden de
başına kötü şeyler gelecek karakterlere tanıdıklarının isimlerini
vermediklerini okumuştum. Peki, nasıl oldu da ana karakterinin adı Aslı oldu?
“Aslı’nın başına zaten kötü bir şey gelmiyor. Aslında
ben yazarken en başta, ana karakterin adı Ela idi. Her kitapta ‘O sen misin, bu
sen misin, aa bu sensin!” gibi tepkiler alıyorum. Ben de bunu tamamen ortadan
kaldırmak için, okuyucu ben olduğuma inansın diye, karakterin adını Aslı koydum.
Ben de bir okuyucuyum ve kitap okumayı, yazmaktan daha çok seviyorum.
Dolayısıyla bir okur olarak, ben de aynı şeyi yapıyorum, yazarı ya ana
karakterle ya da karakterlerden bir tanesiyle özdeşleştiriyorum. Bunun
yapıldığını biliyorum. Ben de dedim ki “Buyurun, o benim”. Ama Aslı’nın başına
ölüm filan gelseydi yapmazdım. Aslı’nın başına gelen bana göre, yapılabilecek
bir şey. Bunu hiç olumsuz bir şey olarak değerlendirmediğim için, ben öyle biri
olabilirim.”
“Gözümün
önünde gerçekten aşık olunası bir karakter belirdi”
*Aslında
kitapta çok kuvvetli iki ayrı hikaye var. Kitap, Daniella’nın durumu üzerinden
ilerleyebilecekken Aslı bir de Hakan’la uğraşıyor. Bu ikiliği yaratmak seni
ürkütmedi mi?
“Dağıtmaktan biraz korktum. Bir de ben normalde hiç
aşk hikayesi yazmadım. Biraz özendiğim de bir şeydi. Biraz önce dedim ya,
engelli bir şahıs olacaktı diye. Onu bambaşka türlü sokmayı düşündüm. Hakan’ı
oraya önce aşık olunacak biri olarak koymadım, gerçekten bahçıvan olarak koydum.
Fakat sonra gözümün önünde gerçekten çok aşık olunası bir Hakan belirdi. Ve
hayatta her şey aynı anda olabilir zaten. Öyle oluyor zaten. Kafamızda dosyalar
olabilir ama o dosya açıldı- kapandı, o dosya açıldı- kapandı diye değil.
Onların hepsi önümüzde açık. Zaten o yüzden o kadar bocalıyoruz.”
*Daniella’yla
Aslı’nın sonunun ne olduğunu biliyoruz ama Hakan’la ne olacağı da çok büyük bir
mesele. Sana göre ne oldu?
“O iş olmaz. Neden olmaz? Aşk tükenir falan filan diye
değil. Onların ilişkisi belli ki olabiliyor. Bu daha ilk günden belli. Fiziksel
sorunlardan dolayı değil, Türkiye’de o iş olmaz. Ben gerçekten hayret ediyorum,
Türkiye’de engelli insanlar nasıl yaşayabiliyorlar, hayatlarına nasıl devam
edebiliyorlar? Her şehirde böyle değil tabi ama özellikle İstanbul’da nasıl
olacak? Mümkünü yok. Bence o iş zor.”
*İlk
defa bir anne olarak kitap yazdın. Leyla’yla beraber kitap yazmak nasıl bir
deneyim oldu?
“Zor. Yine de çok büyük bir şansım var, ben kitabın
üzerinde hamilelikten önce çalışmaya başladım. Hamileliğimde bütün notlarını
deftere yazdım. Çünkü benim hamileliğim çok zor geçti. İlk üç ay yerimden hiç
kıpırdayamadım. Hep oturdum, hep yattım. Yürüyemedim. Dolayısıyla çok vaktim
oldu. Leyla doğduktan sonra bunu oturup metne dönüştürmek kaldı ama çoğu
diyaloğu da yazmıştım. Tabi şöyle bir şey var: yer yer iç karartıcı yanları
olduğu için özellikle loğusayken öyle şeyleri pek yapasın, okuyasın, seyredesin
gelmiyor. Ben birden bire çok hassas bir insana dönüştüm. Dolayısıyla, galiba, Leyla’yı
doğurduktan sonra, bu fikri yoktan oluşturamazdım ama her şey zaten oluşmuş
olduğu için yazma kısmı benim için psikolojik olarak zor olmadı. Ama fiziksel
olarak çok zor oldu. İki kez annem destek verdi. “Anne mümkün değil, ben bunu
sen olmadan bitiremeyeceğim” dedim ve annem iki kez bloklar halinde, İzmir’den
geldi. Ama gelmeden önce de “Geliyorum ama ben oradayken ‘ay bugün çalışamadım’
kabul etmiyorum, her gün gideceksin ve bir yerde çalışacaksın ve bu kitap
bitecek” diyerek geldi. Ben her gün dışarı çıktım. Aynı burası gibi, bir kafede
oturup bitirdim.”
“Gazeteciliğe
devam etseydim roman yazamazdım”
*Gazetecilikten
vazgeçip yazarlığa geçişin nasıl oldu? Gazetecilik yaparken de yazabiliyor
muydun mesela?
“Benim gazeteci olmak istememin ve bunun için çok
çabalamış olmamın tek nedeni yazarak para kazanmaktı ve ilerideki yazarlık
hayatıma bir geçiş yolu sağlamasıydı zaten. Hiçbir zaman aklımda cabbar
muhabir, en iyi gazeteci olma fikri olmadığından, benim için bir adımdı ve beni
hiçbir şekilde zorlamadı. Hatta biz Amerika’ya gittiğimizde ben zaten çok
yorulmuştum. Bir de neredeyse 97’den 2001’e kadar tatil yapmadan çalışmıştım.
Çok yorgundum. Deformasyona uğramıştım. Kimseyle normal konuşamıyordum. Herkese
haber gözüyle bakıyordum. O yüzden NewYork’a gittim, o beni çok rahatlattı. Bir
kafede çalışmaya başladım mesela. Tamamen fiziksel yorgunluk, zihinsel
yorgunluk yok. Zaten ilk romanı da orada yazmaya başladım. Ona ihtiyacım vardı.
Gazeteci olarak burada devam etseydim, yazabileceğimi zannetmiyorum. Çünkü
gazetecilik bambaşka zihinsel bir aktivite, ondan kurtulup o dünyaya muhtemelen
geçemezdim.”
*Eşin, Kutlukhan
Perker de çok iyi işlere imza atan ve çok takip edilen bir çizer. Senin
yazdığın, onun çizdiği bir şeylerin hayata geçme olasılığı var mı?
“Hiç öyle düşünmedik biz. Tarzlarımız uymuyor da
olabilir. Bana göre Kutlukhan’ın yaptığı şeyler çok güzel, çok emek veriyor.
Ben çok severek takip ediyorum. Mesela her Pazar Ece’yi okumak için dört gözle
bekliyorum. Ece olabilir ama diğer kitapları, diğer çizgi öyküleri, ben onları
zaten yazabilir miydim, bilmiyorum. Yazsam Kutlukhan beğenir miydi, bilmiyorum.
Biraz farklı dünyaların insanlarıyız.”
MilliyetKitap / Eylül 2015 http://asliperker.com/basinda/bana-yardim-et-milliyet-kitapta/
Not: Bu röportaj sanırım geçen yılın en çok editöryal müdahaleye maruz kalan yayınlarımdan biriydi. Sağolsun Güldenciğimin ellerinde başlığı da spotu da soruları da bambaşka bir röportaja dönüşmüş ama olsun. Bir bildiği olmasa yapmaz. Editörler arasında bir ona kızmıyorum ben eheh. Öte yandan bu yazının kaydı Milliyet Kitap arşivinde çıkmadığı için linki Aslı Perker'in kişisel sitesinden paylaşmak zorunda kaldım. Kamuoyuna beyanımdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder