Lisedeki tek kalıptan çıkma tarih dersleri, ÖSYM sosuna
batırılmış, formüllere indirgenmiş ıslahatlar ya da televizyon dizilerinde
entrikalara boğulmuş onca kıymetli bilgi... Osmanlı tarihi maalesef, uzunca bir
süredir, uzmanları dışındaki birçok sıradan okur için sıkıcı ya da pek ilgi
çekmeyen konulardan biriydi. Aslında biraz da Türk televizyon sektörünün
Osmanlı tarihinden iyi malzemeler çıkartabileceğini fark etmesiyle beraber işin
uzmanlarının sesi daha çok çıkmaya, meraklıları da çoğalmaya başladı. Hal böyle
olunca tarih romanları da biraz altın çağını yaşamaya başladı. Nihayetinde Türk
okuru, eskisi kadar çok çaba sarf etmesine gerek kalmadan pek çok sağlıklı
tarihi kaynağa erişebilecek duruma geldi. Bu akımın son örneklerinden biri de
Halil Bezmen’in Müptela Yayınları’ndan çıkan kitabı “Lale, Kan ve Şehvet”.
“Lale, Kan ve Şehvet”te Bezmen merceğini, dünya tarihinde cihad kültürüyle
tanınan Osmanlı Devleti’nin nasıl Lale Devri gibi bir durulma dönemine
girebildiğine yakınlaştırıyor.
Locke Topkapı
Sarayı’na nasıl girdi?
Dönemin padişahı III. Ahmed, avcılığının yanı sıra safiyane
tavırlarıyla akıl karıştırsa da saltanatını, annesi Gülnûş Sultan’ın önerileri,
Nedim’in bilge dizeleri ve bir padişahın dostu olamayacağını bilmesine rağmen
“dostum” demekten çekinmediği damadı ve sadrazamı İbrahim Paşa’nın siyasi
tutkusuyla yönetiyor. III. Ahmed, kimi kaynaklarca başarısızlıkla anılsa da
Osmanlı tarihinde tabuları yıkan, aydınlanmaya oldukça yaklaşan bir padişah.
Zira Pasarofça Antlaşması’nın ardından savaşacak maddi gücü kalmayan Osmanlı’yı
hem Avrupa’da hem de Rusya’da yükselen ‘aydınlanma’ trendine yakınlaştırmaya
kalkışması bilginin çekici cesaretiyle ilintili. Tabi bu çekicilikte kadınların
payı da yok değil. Çapkınlığı ve zekasıyla erkekleri hayrete uğrattığı bilinen
İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisi’nin eşi olan Lady Montagu, Bezmen’in
romanında da Osmanlı’nın Lale Devri’ne girişindeki en önemli karakterlerden
biri olarak görülüyor. Bu detay, Lale
Devri’nde etkisi hissedilen Locke, Voltaire, Defoe gibi isimlere ait fikirlerin
henüz matbaası dahi bulunmayan Topkapı Sarayı’ndan içeri nasıl sızabildiğini de
açıklıyor. Montagu’nun etkisi bir yana, kitabın omurgası zaten dört kadın
karakter üzerinde yükseliyor: Lady Montagu, Gülnuş Sultan ve sadrazam İbrahim
Paşa’nın eşleri Rabia ile Fatima Sultan. Gerçi III. Ahmed’in Kösem Sultan’ın
torunu olduğunu hatırladığımızda, Osmanlı’da kadının etkisini konuşabilmek için
başka bir kanıt aramaya gerek kalmıyor.
Yine de III. Ahmed dönemi, Osmanlı’nın bütününde, kadınlar
adına yükselişin dönemi olarak görünüyor. Zira Bezmen’in de değindiği
detaylarla anlaşılıyor ki III. Ahmed, Osmanlı padişahları arasında kadın- erkek
eşitliğine en çok yaklaşanı. O kadar ki; döneminde düzenlenen eğlencelere
erkeklerin kadınlarla beraber katılmasına ön ayak oluyor, ulema tepki
gösterecek olduğunda ise “Saltanatım süresince erkeklerle kadınların yalnız
evde değil, sokakta da birlikte yaşamayı öğrenmelerini arzu ediyorum” diyor. Gel
gelelim bu detay, tüm Rusya ve Avrupa’da başarıyla ilerleyebilen aydınlanma dalgasının
neden Osmanlı topraklarında etkili olamadığına dair ipuçları veriyor. Bezmen’in
özellikle üzerinde durmasa da ortaya koyduğu öğeler, başka toplumlarda başarılı
olabilmiş formüllerin nasıl dini ve kültürel farklılıklar tarafından bozguna
uğratılabildiğini fısıldıyor. Nihayetinde kafes yıllarından çiçeklere
düşkünlüğüyle bilinen III. Ahmed’in Osmanlı’nın artık cihad kültürünü geride
bırakıp Avrupa gibi aydınlanmaya yöneldiği mesajını, donatılan lale bahçeleri
üzerinden vermek istemesi, Müslüman halkı hoşnut etmiyor. Zenginliğin ve
haksızlığın açık kanıtı gibi görünen laleler yoksul halkı delirtiyor.
Osmanlı’nın çözemediği en büyük sorunlardan biri olan işsizlik ve pahalılığın
doğal sonucu olan yoksulluk, Müslüman kültürle buluştuğunda isyan da kaçınılmaz
oluyor. Ve Osmanlı’nın hatta belki dünya tarihinin seyrini bugün bambaşka okumamıza
sebep olabilecek kuvvette açılan Lale Devri, Patrona Halil İsyanı’yla, son
derece kanlı bir şekilde sona eriyor. Ama öyle bir sona eriş ki bir süreliğine,
Osmanlı gibi bir devlete –legalliği her ne kadar tartışmaya açık olsa da- bir demokrasi
simülasyonu bile yaşatıyor.
Peki, şehvet bu işin neresinde? Aslında ne saltanatta ne de
kıdem aşkında. Damat İbrahim Paşa’nın bilgeliğiyle dikkat çeken ilk eşi Rabia
ile arasındaki bağlılıkta. Hem adına aşk denemeyecek kadar aklı başında, hem
aşkın muhteviyatına aykırı bir şekilde sadakatsiz, hem de gerektiğinden fazla sabırlı
oluşunda. Kitabın, Patrona Halil İsyanı sırasında, öldürülen ve cesedi teslim
edildiği isyancılar tarafından parçalandığı sanılan Damat İbrahim Paşa’nın
ölümüne ilişkin alternatif bir tartışma açmasında…
“Lale, Kan ve Şehvet”te yerli ve yabancı çok sayıda kaynağı
arkasına alarak, ortalama 30 yıllık bir döneme ışık tutmaya çalışan Bezmen,
Lale Devri’nin tarihte nasıl hem bir başarı hem de bir başarısızlık olarak
anıldığına ilişkin soruları basitçe yanıtlıyor. Akıcı üslubuyla da bazılarımız
için korkulu bir rüyaya dönen tarihten, lezzetli bir roman çıkartmayı
başarıyor.