20 Mart 2016 Pazar

Osmanlı’da bir aydınlanma deneyi

Lisedeki tek kalıptan çıkma tarih dersleri, ÖSYM sosuna batırılmış, formüllere indirgenmiş ıslahatlar ya da televizyon dizilerinde entrikalara boğulmuş onca kıymetli bilgi... Osmanlı tarihi maalesef, uzunca bir süredir, uzmanları dışındaki birçok sıradan okur için sıkıcı ya da pek ilgi çekmeyen konulardan biriydi. Aslında biraz da Türk televizyon sektörünün Osmanlı tarihinden iyi malzemeler çıkartabileceğini fark etmesiyle beraber işin uzmanlarının sesi daha çok çıkmaya, meraklıları da çoğalmaya başladı. Hal böyle olunca tarih romanları da biraz altın çağını yaşamaya başladı. Nihayetinde Türk okuru, eskisi kadar çok çaba sarf etmesine gerek kalmadan pek çok sağlıklı tarihi kaynağa erişebilecek duruma geldi. Bu akımın son örneklerinden biri de Halil Bezmen’in Müptela Yayınları’ndan çıkan kitabı “Lale, Kan ve Şehvet”. “Lale, Kan ve Şehvet”te Bezmen merceğini, dünya tarihinde cihad kültürüyle tanınan Osmanlı Devleti’nin nasıl Lale Devri gibi bir durulma dönemine girebildiğine yakınlaştırıyor.

Locke Topkapı Sarayı’na nasıl girdi?

Dönemin padişahı III. Ahmed, avcılığının yanı sıra safiyane tavırlarıyla akıl karıştırsa da saltanatını, annesi Gülnûş Sultan’ın önerileri, Nedim’in bilge dizeleri ve bir padişahın dostu olamayacağını bilmesine rağmen “dostum” demekten çekinmediği damadı ve sadrazamı İbrahim Paşa’nın siyasi tutkusuyla yönetiyor. III. Ahmed, kimi kaynaklarca başarısızlıkla anılsa da Osmanlı tarihinde tabuları yıkan, aydınlanmaya oldukça yaklaşan bir padişah. Zira Pasarofça Antlaşması’nın ardından savaşacak maddi gücü kalmayan Osmanlı’yı hem Avrupa’da hem de Rusya’da yükselen ‘aydınlanma’ trendine yakınlaştırmaya kalkışması bilginin çekici cesaretiyle ilintili. Tabi bu çekicilikte kadınların payı da yok değil. Çapkınlığı ve zekasıyla erkekleri hayrete uğrattığı bilinen İngiltere’nin Osmanlı Büyükelçisi’nin eşi olan Lady Montagu, Bezmen’in romanında da Osmanlı’nın Lale Devri’ne girişindeki en önemli karakterlerden biri olarak görülüyor. Bu detay,  Lale Devri’nde etkisi hissedilen Locke, Voltaire, Defoe gibi isimlere ait fikirlerin henüz matbaası dahi bulunmayan Topkapı Sarayı’ndan içeri nasıl sızabildiğini de açıklıyor. Montagu’nun etkisi bir yana, kitabın omurgası zaten dört kadın karakter üzerinde yükseliyor: Lady Montagu, Gülnuş Sultan ve sadrazam İbrahim Paşa’nın eşleri Rabia ile Fatima Sultan. Gerçi III. Ahmed’in Kösem Sultan’ın torunu olduğunu hatırladığımızda, Osmanlı’da kadının etkisini konuşabilmek için başka bir kanıt aramaya gerek kalmıyor.

Yine de III. Ahmed dönemi, Osmanlı’nın bütününde, kadınlar adına yükselişin dönemi olarak görünüyor. Zira Bezmen’in de değindiği detaylarla anlaşılıyor ki III. Ahmed, Osmanlı padişahları arasında kadın- erkek eşitliğine en çok yaklaşanı. O kadar ki; döneminde düzenlenen eğlencelere erkeklerin kadınlarla beraber katılmasına ön ayak oluyor, ulema tepki gösterecek olduğunda ise “Saltanatım süresince erkeklerle kadınların yalnız evde değil, sokakta da birlikte yaşamayı öğrenmelerini arzu ediyorum” diyor. Gel gelelim bu detay, tüm Rusya ve Avrupa’da başarıyla ilerleyebilen aydınlanma dalgasının neden Osmanlı topraklarında etkili olamadığına dair ipuçları veriyor. Bezmen’in özellikle üzerinde durmasa da ortaya koyduğu öğeler, başka toplumlarda başarılı olabilmiş formüllerin nasıl dini ve kültürel farklılıklar tarafından bozguna uğratılabildiğini fısıldıyor. Nihayetinde kafes yıllarından çiçeklere düşkünlüğüyle bilinen III. Ahmed’in Osmanlı’nın artık cihad kültürünü geride bırakıp Avrupa gibi aydınlanmaya yöneldiği mesajını, donatılan lale bahçeleri üzerinden vermek istemesi, Müslüman halkı hoşnut etmiyor. Zenginliğin ve haksızlığın açık kanıtı gibi görünen laleler yoksul halkı delirtiyor. Osmanlı’nın çözemediği en büyük sorunlardan biri olan işsizlik ve pahalılığın doğal sonucu olan yoksulluk, Müslüman kültürle buluştuğunda isyan da kaçınılmaz oluyor. Ve Osmanlı’nın hatta belki dünya tarihinin seyrini bugün bambaşka okumamıza sebep olabilecek kuvvette açılan Lale Devri, Patrona Halil İsyanı’yla, son derece kanlı bir şekilde sona eriyor. Ama öyle bir sona eriş ki bir süreliğine, Osmanlı gibi bir devlete –legalliği her ne kadar tartışmaya açık olsa da- bir demokrasi simülasyonu bile yaşatıyor.

Peki, şehvet bu işin neresinde? Aslında ne saltanatta ne de kıdem aşkında. Damat İbrahim Paşa’nın bilgeliğiyle dikkat çeken ilk eşi Rabia ile arasındaki bağlılıkta. Hem adına aşk denemeyecek kadar aklı başında, hem aşkın muhteviyatına aykırı bir şekilde sadakatsiz, hem de gerektiğinden fazla sabırlı oluşunda. Kitabın, Patrona Halil İsyanı sırasında, öldürülen ve cesedi teslim edildiği isyancılar tarafından parçalandığı sanılan Damat İbrahim Paşa’nın ölümüne ilişkin alternatif bir tartışma açmasında…

“Lale, Kan ve Şehvet”te yerli ve yabancı çok sayıda kaynağı arkasına alarak, ortalama 30 yıllık bir döneme ışık tutmaya çalışan Bezmen, Lale Devri’nin tarihte nasıl hem bir başarı hem de bir başarısızlık olarak anıldığına ilişkin soruları basitçe yanıtlıyor. Akıcı üslubuyla da bazılarımız için korkulu bir rüyaya dönen tarihten, lezzetli bir roman çıkartmayı başarıyor.



Milliyet Kitap, Mart 2016

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder