8 Ekim 2019 Salı

Buralarda hayat biraz Hollywood gibi

Londra'da pencerenin dışına bakan masaların avcısıyım.

Aslında İstanbul'dayken de böyleydi. Hayatın içinde kalarak çalışma fikri hoşuma gittiği için olabilir. Önümden geçip giden insanlara hikâyeler yakıştırmayı sevdiğim için olabilir. Birilerinin hikâyesine dahil olabilme ya da karakter olabilme ihtimalini sevdiğim için de olabilir.

Aslında yazmak için kendime hep bahaneler yarattım. Bir süre kendime ait bir oda hayal ettim. Sonra bir süre iyi bir bilgisayar almayı bekledim. Bir süre de kendime ait CAM ÖNÜNDE durabilecek bir masa hayal ettim. Sonra kendime ait biraz zaman istedim. Hayatımın belli dönemlerinde bir şekilde tüm bunları elde ettim, ki elde edebilmek için de çalıştım, ama asla o masanın başına istediğim iştahla oturup sayfalar boyu yazmayı başaramadım. Galiba bazen neyi beklediğimizi bilmiyoruz.

Bugün Notting Hill'de bir kafedeyim. Camın önündeki bir masada, önümden insanlar ve şu meşhur çift katlı kırmızı otobüsler geçip gidiyor. Biraz sonra yağmur başlayacak. Bu masaya oturduğumda yan tarafımda çok karizmatik bir İngiliz oturuyordu. (Bu cümleyi yazarken önümden Benedict Cumberbatch'in geçmesi bir hatırlatma değilse nedir?) Adam bence aura denilen şeyin kanıtıydı. Masaya oturduğum anda bir şekilde benimle temas edeceğini biliyordum. Sonra birden kafede çok yüksek sesle Is This Love çalmaya başladı. Sonra adam sağ yanında, kendisine daha yakın oturan kıza laf attı ve biraz flörtleştiler. En son da birbirlerinin isimlerini öğrenip ayrıldılar ve karizmatik abi kalkıp gitti. Buna şahit olmak bile çok güzeldi! Buralarda hayat biraz Hollywood gibi şekerim. Benim de bu aralar kendimi biraz daha iyi hissetmem bununla alakalı galiba. Henüz Ekim'den başlayan ve benim senelerdir bir turist olarak sadece birkaç günlüğüne dahil olabildiğim yılbaşı coşkusunun bu yıl tam ortasında kalmak bana buraya aitmişim gibi hissettiriyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder