16 Ekim 2019 Çarşamba

Bir şişe dolusu anne kokusu, ev hasreti ve biraz huzur.

Kafamın içini sakinleştirip daha iyi düşünebilmek, daha iyi hissedebilmek ve doğru dürüst iş yapabilmek için yazmaya sarılıyorum. İşe yarıyor mu? Hayır. Üstelik burada İngilizce öğrenmeye çalışırken sürekli Türkçe bir şeyler okuyup yazmak resmen intihar. Kendim için yaptığım tek şey günlük yazmak olduğu için onu da İngilizce yazsam diye düşünüyorum ve hatta bunu deniyorum ama kendimi iyileştirmek için yapmaya çalıştığım bir şeyi ödeve dönüştürme fikrinden de nefret ediyorum. Tüm bu hisleri defter yerine buraya yazmamın ise manyakça bir nedeni var: Bu yazıları hiçbir yerde paylaşmamama rağmen bir şekilde keşfedilmeyi bekliyorum. Denize salınmış şişe içindeki mektuplar gibi. Neyin fantezisini yaşadığımı sormayın, ben de bilmiyorum.

Dün bir şekilde buradaki tüm benzer pozisyondaki arkadaşlarımla konuştum. Bir kendimi çöpçü balığı sanıyordum, meğer değilmişim. Bir şekilde herkes dipte. Çeşitli sebeplerden. Bir tanesi benim gibi müşteri bulmakta çok zorlanıyor (geçen hafta bir tanesi telefonu suratıma kapattı). Hatta "burada daha mutlu olacağımı bilmesem kuyruğumu kıstırıp döneceğim" diyor. Beni buraya gelmek için motive eden kişi kendisi olduğu için bu itirafı gerçekten şok etkisi yarattı. Bir başkası, "Ben de çok zorlandım, hala da bazen katil olasım geliyor" diyor. Ki galiba aramızdaki en güçlü, en gamsız hem de işi gücü en yerinde olanımız o. Artık sonlara yaklaşan bir başka arkadaşım ise 4 yılın sonunda son uzatmasına başvuran ve reddedilen bir arkadaşından bahsedip psikolojisinin bozulduğunu söylüyor. Somut sonuçlar uğruna geldiğimiz ülkedeki belirsizliğimiz korkunç değil de ne? Biz ne yaptık böyle?

Gerçekten şok olup delirmek ve bir anda her şeyi toparlayıp geri dönmek an meselesi. Maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisini yeniden keşfediyor insan. Hiç yüzleşmediği kadar çarpıcı bir tonda insani, ilkel ihtiyaçlarıyla hesaplaşıyor. Güvenlik ve barınma bunların başında geliyor. Sonra hayatta kalmak izliyor bunu. Hâl böyle olunca ben hayalini kurduğum freelance hayatı Londra'da yaşamanın pek tadına varamıyorum. Nerede kaldı güzelim kütüphanelerde, kafelerde çalışmak? Şehri gezerken çalışmak için gözüme kestirdiğim hiçbir noktaya sonra geri dönmedim, dönemedim.

Geçen pazar günü Burak'la çok enteresan bir şey yaşadık. Bence şimdiye kadarki en göçmen anımız buydu. Burada tanışıp çok sevdiğimiz bir abimizin evine yemeğe gidiyorduk. Harringey'den otobüsle geçerken, bir gözlemeci görüp durağımız olmamasına rağmen kendimizi dışarı attık. Yemeğe gitmemize rağmen de oturup bir gözleme yedik ve AÇIK ayran içtik. Çok saçma ama bu minik yemekten sonra bile dükkana girdiğimizden daha mutluyduk. Akşam ise Ali Abi ve ailesiyle yemek yedikten sonra O Ses Türkiye izleyip çay içtik. Size yaşadığım mutluluğu tarif etmeme gerek var mı yoksa siz tahmin edebilir misiniz? Edemezsiniz çünkü normal bir insan bundan böylesine mutlu olmaz. Ama ben akşam evden ayrıldıktan sonra Türk mahallesinde bir ev tutmadığım için biraz pişman bile olmuş olabilirim.

Tabii Ali Abi ve ailesinin samimiyetinin yanı sıra burada tutunma öyküleri de bize güç verdi galiba. Biz 6 ayda silkelendik -ki herkes artık koşulların daha zor olduğunu kabul ediyor- ama mesela Ali Abi'nin yengesi benim 5 ay sonunda İstanbul'a gittiğimi duyunca "Ben 15 yıl çıkamadım buradan" dedi. Bu, duyduğum ilk çıkamama öyküsü değildi ama Gülsün Abla'nın bunu bir kahramanlık öyküsüymüşçesine anlatmaması beni etkiledi. Belki bir de kadın oluşu empatimi güçlendirdi.

Türkiye'de bucak bucak kaçtığımız şeylere burada delicesine sarılmamız bana biraz trajikomik geliyor. Şimdi, bu "O Ses Türkiye" vakasından daha trajik bir itiraf geliyor: annemle özdeşleşen yumuşatıcı kokusu! Türkiye'deyken Burak'la sürekli aksırıp tıksırıyoruz diye asla yumuşatıcı kullanmazdık ve annemin evine gittiğimizde de tüm evi ve tüm eşyaları etkisi altına alan yumuşatıcı kokusundan fenalık geçirirdik. Şimdi ne oldu, biliyor musunuz? En son annemin evinde yıkanan çamaşırları burada kullanmaya kıyamaz oldum. Annemin kokusuymuşçasına hapsetmek istiyorum o kokuyu. Babaannem öldüğünde sağda solda bulduğum saç tellerini saklamam gibi. Anda dondurmak istiyorum sanki o duyguyu. Hatta geçenlerde Burak'a anneme yumuşatıcısını sorup burada aynısından almayı teklif ettim. Kendime bir şişe dolusu anne kokusu, ev hasreti ve biraz huzur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder