Kendimce bir anksiyete. Yükselişiyle azlığını fark edip şaşırdığım özgüven. Beklenmedik bir umutlanma hali. İmkansıza inanma ve birilerinin seninle beraber inanamayışının gerçekliğini göğüsleme çabası.
Tek başına hiçbir şey ifade etmeyen tüm bu kelime öbekleri son günlerin ruh hali benim için. Bir imkansız ata oynama hali. Bu arada Londra'yla ufaktan kaynaşma. Geldiğimden beri beni yutmasını beklediğim şehir beni kustukça arsızca sokulmaya başladım adeta.
Belki yine çoğu şey yolunda gitmiyor. Mesela bisikletim çalındı geçen hafta. Tam artık birilerinin lanetini çektiğime ve bunu yaşadığıma inanırken gitti gider deyip durumu çabukça kabullendim ve kendime yeni bir bisiklet aldım. Yeni bisiklet o kadar bebeksi ki eskisi çalınmasa hep sonuna kadar zorlayıp aslında kendime eziyet edeceğimle yüzleştim. Beklenmedik bir optimizm!
Dudağımdaki koca uçuk gören herkese yaşadığım stresin büyüklüğünü tarif ediyor gibi ama oysa ki ben geçen aya göre gerçekten daha iyiyim. Bence dudağım Londra'nın dengesiz havalarında üşütmekten ve kendime bir peluş mont beğenemeyişimden patladı. Bir yandan da stresin vücudumda reel bir sonuç doğurmasını kabul edemiyorum belki. Bilmiyorum.
Çok heyecanlandığım bir iş fırsatı var karşımda. Kaderle bağlantılar kurduğum, ihtimalini bile hayal ederek neredeyse sarhoş olduğum. Buradaki tüm yaşamımı değiştirebilecek, aslında yaşamımı değiştirebilecek bir çıkış. Ümitsizlikten bıkmış olmalıyım ki imkanına inanıyorum delice. Olmaz diyen herkese inat. Belki de benim yaşama tutunma biçimim gerçekten inat, bilmiyorum.
Bunca hayalin içinde koca bir gerçek var ki o da sabahlara kadar ders çalışıp İngilizce'yi ilerletmem gerektiği. Başka hiçbir işin yüzüne bakmadan, üniversite sınavına hazırlandığım gibi asılıp şu işi çözmem lazım ki buradaki varoluş acılarımı biraz dindirebileyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder