2012 yılı Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü'nü alan
Finn-Ole Heinrich'in kaleme aldığı Ekşilina’nın Hayret Verici Maceraları −
Yıkık Dökük Krallığım, hayatı beklenmedik bir şekilde değişince her şeyi eski
hâline çevirmeye çalışan Ekşilina’nın maceralarını anlatıyor.
Ekşilina’nın Hayret Verici Maceraları Yıkık Dökük Krallığım / Finn-Ole Heinrich /
Resimleyen: Rán Flygenring / Tudem Yayınları
İnsan, bağlanan bir hayvandır. Evine, işine,
eşyalarına, diğer insanlara, duygularına, yemeğe, kitaba… Bulduğu her şeye
bağlanır. Kendi isteği dışında bağlarını gevşetmesi ya da kopartması
gerektiğinde de ortalığı birbirine katar. Bu, bizim düşünebilir olmamızdan
kaynaklanan bir defo mudur bilinmez ama çoğumuzun değişiklikleri ve sürprizleri
sevmeyişinin gerekçesi olduğu açık.
Ekşilina’nın Hayret Verici
Maceraları–Yıkık Dökük Krallığım’da tanıştığımız kahramanımız Ekşilina da değişikliklere
pek açık değil. Kendi başına “sanat
eserleri erkenden ifşa olmuş sanatçı”sı, ünlü jimnastikçisi, tek
patronu, tek bahçıvanı, tek sirk yöneticisi ve hatta prensesi olduğu Ekşimistan’dan
beklenmedik bir şekilde kopunca, ortalığı birbirine katma konusunda o da
elinden geleni yapıyor. Bir anda, içinde her şeyin (dünyanın en uzun kahvaltı
sofrası, dört odası, çilekler büyütülen bir balkonu, boy çentikleriyle
dolu kapı kasaları, seksen dört tane saksı bitkisi ve daha niceleri) olduğu
evinden annesiyle birlikte ayrılıp her tarafı “anlamsız” tutamaçlar ve
rampalarla dolu, küçük ve “plastik” bir eve taşınmak zorunda kalıyor. Zaten
krallığı da bu aşamada “yıkık dökük” sıfatını kazanmaya başlıyor. Bu noktada
Ekşilina’nın adının da neden “Ekşilina” olduğunu sizlere açıklamak isterim.
Çünkü “ekşimek”, Ekşilina için bir yaşam biçimi. Duruma kendi sözleriyle
açıklık getirmemiz gerekirse şöyle de diyebiliriz: “Ekşimiklik yalnızca surat asmak, mızıkçılık etmek değildir,
ekşimiklik yaşama karşı bir tutumdur.”
AİLE PARÇALANINCA...
Annesiyle beraber başladığı yeni
hayatına adapte olmakta direnen Ekşilina, yaşamındaki bu radikal değişikliğin
tek sorumlusunu babası ilan ediyor ve başına gelen tüm aksiliklerden onu
sorumlu tutuyor. Bu noktada, aile dağılma aşamasına geldiğinde, çocukla ebeveyn
arasında yaşananların klasik bir örneğine tanık oluyoruz. Ebeveynler kaldıkları
yerden devam etmeye çalışırken, çocuk olduğu yerde direniyor ve yeniliklerle
savaşıyor. Tabii bu sırada mutlaka, olan bitenin sorumluluğunu yükleyebileceği
bir de günah keçisi buluyor. Aslında Ekşilina’nın da tüm bunları yaşarken
içinde kopan fırtınayı, kitabın daha ilk cümlesinden anlamak mümkün: “Bir zamanlar her şeyimiz vardı...”
Ekşilina
yeni “plastik” eve alışmayı reddeder ve Ekşimistan’a dönmenin planlarını yaparken
hayatına Paul giriyor. Gülümsediği zaman yüzünde güneşler açan Paul,
Ekşilina’nın ekşiliklerine rağmen yanında kalmayı, hatta hayatına sızmayı
başarıyor. Ekşilina da başta ekşimiklik yapmakla birlikte, Paul’ün varlığına
fazla direnç gösteremiyor. Zira o sırada yaşananların, tahmin ettiğinin çok
ötesinde olduğunu fark ediyor. Annesi, babasıyla beraber yaşadıkları evden
neden ayrıldıklarını, bu küçük ve “plastik” eve taşınmalarının asıl
gerekçelerini açıkladığında Ekşilina’nın da duruma yaklaşımı değişiyor. Bu
sırada Ekşilina, Paul’ü daha iyi tanıdıkça, onun da hayatında çıkmazlar
olduğunu keşfediyor. Fakat Paul’ün hayat karşısında o kadar bilgece bir duruşu
var ki Ekşilina onun her şeyi kabullenişindeki sırrı çözmeye çalışırken zaman
zaman kendi sıkıntısını unutuyor. Bu arada kendi geçmişine dair anlattığı akıl
almaz hikâyelerle de Paul’e sıkıntılarını unutturuyor. Kitap, Ekşilina’nın
maceralarını daha anlaşılır kılmak için araya serpiştirilen minicik oyunlar ve
tariflerle oldukça dinamik bir form kazanmış.
Finn-Ole Heinrich’in sözcükleriyle can verdiği, Rán
Flygenring’in ise çizimleriyle renklenen kitap, hayatın sert virajlarıyla biraz
erken yüzleşmek zorunda kalan çocuklara yoldaşlık edebilecek, sıcak, eğlenceli
ve zaman zaman hüzünlü bir hikâye anlatıyor.
İyi Kitap / Haziran 2015 http://www.iyikitap.net/post.php?id=1513