Zülfü Livaneli’nin son romanı "Konstantiniyye Oteli", bir yılbaşı kutlaması mizanseni ile Türkiye’nin ahvalini anlatıyor. Bir otel benzetmesi altında koskoca bir ülkenin yapısına ışık tutan Livaneli, bu ‘otel’in her ‘oda’sında farklı bir hikaye vadediyor.
Konstantiniyye
Oteli / Zülfü Livaneli / Doğan Kitap
Yaptığı
tüm işlerin hakkını veren ender insanlardan Zülfü Livaneli. Ama bunu bir görev
olarak değil, kendiliğinden oluşan bir durumla yapıyor. Müzisyenliği,
senaristliği, yönetmenliği, politik kimliği ve tüm bunların yanında, senelerdir
fire vermeden sürdürdüğü romancılığı... Kemik bir okur kitlesine sahip olduğunu
belirtmek, şu saat itibariyle cehalet sayılabilir. Artık bunu bilmek için alim
olmaya gerek yok.
İnsana
dair bunca işi layığıyla icra edebiliyor olması, Livaneli’nin edebiyattaki
alameti farikası diye düşünüyorum. Duyduğu seslerin anlamını bilip, gözüne
takılan görüntülerin derinine bakabilmesi, gördüklerini ve duyduklarını
dürüstçe aktarma telaşı onun ‘iyi edebiyat’ formülü. Tüm doğru öğeleri
toparlayıp, doğru sırayla yerleştirmesi ve bunu oyunlardan kaçınan, anlaşılır
bir dille yapması ise edebiyat dünyasında açlığını çektiğimiz bir üslup. Bu
sebeple artık her romanı heyecanla beklenir oldu Livaneli’nin. Son romanı
"Konstantiniyye Oteli" de öyle.
Maskelerin
ardındakiler
Ev
sahipliği yaptığı erken bir yılbaşı kutlamasında tanıştığımız
"Konstantiniyye Oteli", Sultanahmet’te bir Bizans Sarayı’nın
kalıntıları üzerine kurulu. Otelde o gece gerçekleşen kutlama ise açık bir
Türkiye panoraması. Ülkede var olma mücadelesi veren her kesime rastladığımız
bu gecede kazananlar kadar kaybedenler, vazgeçmişler kadar hırsından gözü
kararanlar, ‘daha da fazla’ diyenler kadar ‘bu kadarı bana yeter’ diyenler yan
yana. Kimler yok ki... Din adamları, yargı mensupları, gazeteciler, iş adamları,
babadan zenginler, iflasın eşiğindekiler, karısını aldatanlar, kocasına ihanet
edenler, kardeşini kaybedenler, çocuğundan olanlar, biraz sonra öldürülecekler
ve çoktan ölmüşler... (Çünkü Livaneli, ölüleri konuşturmadan geçmişi anlatmanın
imkansızlığını ve anlamsızlığını kanıksamış. Ölüler, o gecenin en önemli
konukları.) O gece tüm konukların suratında aynı maske olsa da maskelerin
ardında bambaşka hikayeler gizli. İşte Livaneli, o gece boyunca tüm masaları
dolaşıp "Konstantiniyye Oteli"nin naçiz konuklarının maskelerini tek
tek kaldırıyor ve okuruna, o maskelerin ardındaki gerçekleri fısıldıyor. Her
bir konuğun ortaya çıkan sırrıyla beraber, bir toplum olarak sahip olduğumuz
tüm zaaflar, ayıplar ve akıl tutulmaları ortalığa saçılıyor. Kabullenmemekte
direndiğimiz pek çok şey bir bir yüzümüze çarpıyor.
Bu
sırada, koskoca bir otelin her bir odasını gezer gibi, her defasında farklı ama
aynı gövdeye eklemli öykülere dahil olduğumuz roman, okurunu da adeta bir odaya
kapatıp tüm gürültüden patırtıdan koruyor. Livaneli’nin kadifemsi dili
sayesinde kitap, dinlenerek ve kanıksanarak okunuyor. Türkiye’nin keşmekeşini
böylesine telaşsız anlatabilmek ise "Konstantiniyye Oteli"nin bir
başka sürprizi.
“Unutma!”
Tüm
bunların yanında, tarihle iç içe geçmiş bir roman "Konstantiniyye
Oteli". Tarih dediysem sadece uzak geçmişten mürekkep bir anlatıdan
bahsetmiyorum. Osmanlı ve Bizans kadar, Maraş Katliamı da var bu kitapta,
'90’lı yılların ve bugünlerin politik karanlığı da, Gezi Parkı da, Uludere de.
Bahsedilenlerin bir kısmına yakından tanık olanlar için ise bazı sayfalar ciğer
sızlatan cinsten. Sadece Uludere’de kardeşini kaybeden o genç adamın hikayesini
okumak bile soluğumuzu geri tepmeye yetiyor.
Livaneli
böylece okuruna sanki “Unutma!” diye sesleniyor. Bir nefret uyandırmaya, ya da
kin duygusunu tazelemeye uğraşmıyor. Sadece, unutursak her şeyin anlamını
yitireceğini anımsatıyor. Sanki son yıllarda dilimize maalesef pelesenk olan
“Unutursak kalbimiz kurusun” cümlesinin altını çizmek istiyor tekrardan.
"Konstantiniyye
Oteli"nde Livaneli, okuruna aynı zamanda sağlam da bir edebiyat dersi
veriyor. Hikayede yeri gelip de adı geçen her dönemin, her coğrafyanın hatta
her mezhebin edebiyat büyüklerini tek tek anıyor, adeta onlara saygı duruşunda
bulunuyor. Bunların başında Livaneli’nin kadim dostu, bizlerin ise sevdalısı
olduğu Yaşar Kemal geliyor. Öte yandan kafayı ‘yazmaya’ takmış olan ‘esas
oğlan’ı sayesinde yazmanın inceliklerine dair ipuçları veriyor, bu işe yeni
yeni girişen acemilere sakinleştirici zerk ediyor.
Kitap,
darmaduman halimizi en bir araya getirilebilir şekilde, açıkça anlatıyor.
Etrafımıza aynalar koyuyor, bazen kendimize de sormamız gereken soruların
fitilini ateşliyor. İçinde bulunduğumuz durumun dışarıdan nasıl göründüğüne göz
atmak isterseniz, "Konstantiniyye Oteli" sizleri de ağırlama
hevesiyle yerli yerinde bekliyor.
MilliyetKitap / Haziran 2015 http://www.milliyetsanat.com/kitap/kitap-tanitimlari/turkiye-nin-odalari-nda-gezinmek/595
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder