Mehmet Atilla, “Parktaki Gergedanlar”da, hayalle
gerçeğin iç içe geçtiği, sıcak bir hikâye anlatıyor. Kitap, yarım kalan onca
hayata şahit olduğumuz şu günlerde, tanımadığımız insanlar için kurduğumuz
hayallerle onların hayatlarını tamamlayabileceğimizi fısıldıyor.
Parktaki Gergedanlar / Mehmet Atilla / Tudem Yayınları
Korkunç günlerden geçiyoruz. Çok güzel geçireceğimizi
düşündüğümüz bir Cumartesi sabahı uyanıyoruz ve şehrin ortasında patlayan bir
bomba ile ölen onca insanın haberini alıyoruz. Üstelik bizlerin de aralarında
olmamızın çok olası olduğu ‘onca insan’... Ve o insanlar öylesine masum bir
amaç peşinde ölmüş oluyorlar ki biz hâlâ nefes alıyor oluşumuzdan utanıyoruz.
Son birkaç yılda bu hissi ne kadar çok yaşadık, değil mi? Aldığımız ölüm
haberleriyle günlerimiz kararırken hayatını kaybeden insanların hikâyelerini
öğrendiğimizde gölgelerimiz daha da koyulaşır oldu. Ölümün her şeyi nasıl da
yarım bıraktığını gördüğümüzde aslında bize de ne kadar yakın olduğunu bir daha
kanıksar olduk. Sonra o insanlar hayatlarına devam edebilselerdi acaba neler
yaşarlardı diye onlar için hayal kurmaya başladık. Canımız en çok da o zaman
acıdı.
Tanımadığımız insanların gerçekte nasıl yaşadıklarını
ya da hayatlarını nasıl sürdüreceklerini tahmin etmeye çalışma oyunu çoğumuz
için gündelik bir rutin olabilir. Ama ben bu sıralar sıkça, hayalleri yarım
kalmış çok fazla insan için eğer yaşama fırsatları kalsaydı neler
yapabilirlerdi diye düşündüğümüzü tahmin ediyorum. Bu konuyu açmamın sebebi,
Mehmet Atilla’nın son kitabı Parktaki Gergedanlar.
Gündemdeki meselelerin aksine aslında mutlu bir hikâye anlatan, hayalleri
arkasına almış bir kitap Parktaki Gergedanlar.
Sıradan bir günde parkta oynamaktan sıkılan Okan, Şenay ve Dilek sırasıyla,
karşılarında oturan, adını sanını bilmedikleri yaşlı bir adam için birer isim
ve meslek uydurmaya çalışıyorlar. Aynı anda, karşı banktan onları izleyen ve
aslında adı Kemal olan o yaşlı adam da aynı şeyi onlar için yapıyor; bu üç
çocuk için birer meslek uyduruyor ve büyüdüklerinde ne olacaklarını öngörmeye
çalışıyor. Fakat Kemal’in oyunu, çocuklarınkine göre biraz daha ciddi. O adeta
paralel evrene geçerek, çocukların geleceğinden bir kesitin içinde
buluveriyor kendini.
buluveriyor kendini.
Tüm serüven, Kemal’in tam da öngördüğü gibi bir mimar
olan Okan’ın, avukat olan abisi Orhan’ı (bu da aslında Okan’ın Kemal için düşündüğü
isim ve meslek) ziyaret etmesiyle başlıyor. Abisini ziyaret ettiğinde uzun
süredir görüşmediği yeğeni Ezgi’yle kucaklaşan Okan, bu ziyaretin ikisi için de
büyük bir deneyim sakladığını bilmiyor. Nitekim ertesi gün bir sürpriz yaparak
Ezgi’yi okuldan almaya gittiğinde, enteresan bir dizi olayın sonunda ikili,
kendilerini kaybolmuş bir kedinin sahibini aramak üzere hummalı bir çalışmanın
ortasında buluyor. Bu küçük kedinin sahibini bulma çabası, Okan’ı hem çocukluk
arkadaşı Dilek’le bir araya getiriyor hem de çocukların Kemal için tahayyül
ettiği diğer iki karakterle buluşturuyor. Üstelik yeğeni Ezgi’yle daha çok
yakınlaşmasına olanak sağlıyor. Bu esnada Kemal, Okan’ın ‘içindeki ses’ olarak
ona çıkış yolları sunarken hayalle gerçeğin içe içe geçtiği bu hikâyenin adeta
yönetmenine dönüşüyor.
Peki, gergedanlar bu hikâyenin neresinde? Hikâyenin
Kemal’in hayal ettiği kısmından uzaklaşıp, parktaki gerçek akışına
döndüğümüzde, ço-cukları derin bir hayal dünyasına dalıp gitmiş vaziyette gören
anneler hayrete düşüyor. Şenay’ın annesi de bu vaziyet karşısında ünlü ressam
Dürer’in gergedan gravürünü hatırlıyor ve çocuklara bu hikâyeyi anlatıyor.
Gerçekten dünya tarihinde hayalle gerçeğin birbirine en çok yaklaştığı somut
ürün olan Gergedan, böylece
bizimkilerin hikâyesiyle de özdeşim yakalıyor.
Parktaki Gergedanlar, hayal
kurmanın kıymeti ve sosyal ilişkiler üzerine başlayan, ilerledikçe ise
iletişimin ve arkadaşlığın kıymetine dair anlamlı dersler veren bir kitap. Tam
da bugünlerde, çocuklarımıza başkaları için hayal kurmanın, başkalarının
hayallerine ortak olmanın değerini anlatmamız gerekirken...
İyi Kitap / Kasım 2015 http://www.iyikitap.net/post.php?id=1599
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder